Arama

HAYAT NE ZAMAN BAŞLAR

 

     - Bu konuyu merak edip araştırmış insanların birçoğu, hayatın döllenme ile başladığına inanırlar. Benim de inancım budur.

     - Peki, sizi bu inanca götüren etken nedir?

     - Döllenme sürecinin o gizemli mekaniğini bilen herkes bu kanaate kolayca varır. Döllenmiş yumurtaya ulaşıncaya kadar ana rahminde gelişen olayları detayları ile öğrenen bir insanın, hayatın o anda başladığını kabullenmekten başka seçeneği kalmaz.

     - O gelişmeleri sizin ağzınızdan dinlemek isterdim...

     - Memnuniyetle...

     Her kız çocuğu, yumurtalıklarında bekleyen bir-iki milyon yumurta ile dünyaya gelir. Ergenlik çağına gelen kızların yumurtalıkları her ay (25-40 gün) bir veya birkaç yumurtayı dölyatağına bırakmaya başlar. Bu durum adetten kesilinceye kadar yaklaşık 400 kez devam eder. Bu yumurtalar rahime girecek spermleri 4-5 gün bekledikten sonra ölürler. Ama bu süre boyunca, spermleri haberdar etmek için “ben buradayım” dercesine rahime birtakım salgılar gönderirler.

     Eğer rahimde sperm varsa, işte o zaman dünyanın en anlamlı ve en büyüleyici yarışı başlar: Yumurtanın varlığından haberdar olan spermler, rahim iç duvarına tırmanarak, ona doğru hızla yüzmeye başlarlar. Yüzme diyorum; çünkü rahim duvarındaki salgılar minik spermler için bir deniz gibidir. Fakat bu salgılar spermaya zamk gibi gelen, kalın sıvılardır.  

     Bir benzetme yapalım: Rahimdeki kalın sıvıların içinde yüzmek, Mersin’den Kıbrıs’a zamk dolu bir denizde yüzerek gitmek kadar zor bir uğraştır. O nedenle, 100 milyon tanesi ancak bir tatlı kaşığını dolduracak kadar küçük olan spermlerden güçsüz olanlarının hepsi hayatlarını yolda kaybederler. İşte ben asıl buna Doğal Seleksiyon derim: Güçsüz spermleri ayıklama sınavı...

     Fakat spermlerin bir yeteneği daha vardır: Denizde gidiş yönüne doğru dalga yaratmak... Salgıladıkları bir kimyasal sayesinde rahim kaslarını uyarır ve açılıp kasılmalarını sağlarlar ve bu hareket sayesinde ilerlemelerini kolaylaştırırlar. Aynı salgıyı yumurta da salgılar ve spermlere yardımcı olur.

     Biyolojik varlığımızı oluşturan kromozomlarımız 23 çifttir. Bunlar her hücremizde aynı sayıda ve aynı yapıdadırlar. Fakat cinsiyet hücreleri olan yumurta ve spermde sadece 23 tek hâlinde bulunurlar. İşte, yarışı kazanıp, yumurtaya ulaşabilen güçlü ve sağlıklı spermler onu delmek ve çekirdeğindeki diğer 23 tek X-kromozomu ile birleşmek isterler. Amaçları ölmeden önce belki de 80-90 yıl sürecek yeni bir hayata kavuşmaktır. Ve aceleleri vardır çünkü ömürleri sadece 2 veya 3 gündür.  Aynı amaç 4-5 günlük ömre ve spermalardan 85 bin kez daha büyük cüsseye sahip olan yumurta için de yaşamsal önem taşır. Çünkü onun da yaşaması için spermanın baş kısmındaki diğer 23 Y-kromozomu ile birleşmesi gerekir.

     Kaybetmenin cezası ölüm olan bu maratonun finali şöyle gerçekleşir:

     Dışarıdaki “yalvarışları” ve “kapı çalmaları” hisseden yumurta çekirdeğindeki genler hemen bazı enzimler ürettirirler. Bu enzimler hücre zarını eriterek küçük bir delik açarlar. Açılan “kapıya” en yakın sperm içeriye çivileme bir dalış yapar. Böylece, yumurtanın etrafında “dört dönen”, zarı yırtmak için bir kılıçbalığı gibi birbiri ardından sortiler yapan ve “lütfen beni içeri al” dercesine adeta yalvaran on binlerce spermden sadece bir tanesi amacına ulaşır. Ortalama, 80 milyonda bir ihtimalle... Ve sonra misafirin içeri girmesiyle, açılan delik kapatılır. Dışarıda kalan spermlerin kaderi artık bellidir: Ölüm...

     Şampiyon sperm, “sevgilisi” yumurta çekirdeğine kavuşmak için, bu kez yine zamk gibi kalın sitoplazma içinde son bir depar atmak zorunda kalır. Ama o anda belki de mikrokozmostaki en zarif, en romantik ve en anlamlı eylem başlar:  

     Yumurta çekirdeği spermaya doğru bir koşu başlatır ve iki “sevgili” hücrenin tam ortasında -eski Türk ve Amerikan filmlerinde olduğu gibi- sarmaş dolaş birleşirler. Böylece bir fermuarın iki yarısı gibi dizilmiş X ve Y-kromozomları birleşerek, yeni bir hayat anlamına gelen 23 çift kromozom formuna girerler. Bu “evlilik” bir insan ömrü boyunca süren ve belki de en mutlu ve en üretken bir birlikteliği başlatır. Ayrıca, hem spermayı, hem de yumurta çekirdeğini ölümden kurtarır. Hayatın başlangıcı bu an değilse, ne zamandır?

     - Peki, kalp ne zaman atmaya başlar?

     - Yüzünüzdeki ifadeden anlıyorum ki, bu konuya ilginiz büyük...

     - Haklısınız. Hele sizin gibi, zor bir konuyu basite indirgeyen birini bulmuşken...

     - Teşekkür ederim. Döllenmiş hücre birbiri ardından bölünmeye ve çoğalmaya başlar. Hücreler çoğaldıkça,  oksijen, glikoz ve protein ihtiyaçları artar. Bu maddelerin onlara ulaşması için bir kan dolaşım sistemine gerek vardır. O nedenle, en hızlı gelişen organ kalptir ve ondan çıkan damarlardır. Kalp, döllenmeden 21-25 gün sonra atmaya başlar. Başlangıçta 2 gözlü bir tüp şeklinde olan bu “ilkel” kalbin birdenbire bir nabız hareketi kazanması da son derece gizemli ve akıllara hayret veren bir oluşumdur ama bu atış hareketi yaşamın başlangıcı değil, başlamış bir yaşamın devamı ve sürekliliği içindir.

     - Bu açıklamalardan önce, itiraf etmeliyim ki ben de üçüncü haftayı hayatın başlangıcı olarak kabul ediyordum. Çünkü, o kalp ve nabız atışı durunca ölüm geldiğine göre, yaşam enerjisinin orada vücuda girdiğini düşünüyordum...

     - Sizi bu kanıya ulaştıran başka nedenler de vardır mutlaka. Çünkü tarihten beri kalbe gösterilen teveccüh, onu sezgilerin, duyguların ve hatta düşüncenin oluştuğu bir merkez durumuna getirmiştir. O nedenle, bir sonuca ulaşmak için kurduğunuz mantık zincirinde bir halka olması kolaydır. Fakat kalp atışı döllenme kadar zor ve önemli bir fonksiyon değildir. Şöyle ki: Konuşmamın başlangıcında sözünü ettiğim artıların sırrı kuramına geri döndüğümüzde, çok sayıda hücrenin bir araya gelmesiyle oluşan artı değer; bu nabız atışı olmaktadır.

     Bu durum diğer bütün organlar için de geçerlidir. Belli bir hücre sayısına ulaşan böbreklerin ânîden ayrıştırma ve süzme işine başlaması ya da çocuk doğar doğmaz akciğerlerin ilk nefesini alması da kalp atışı kadar mucizevi bir artı değerdir. Ve ayrıca bazı genlerin zamanı gelince açılması, yani biyolojik saatin tam vaktinde alarm zilini çalması da doğaüstü bir bilincin eseridir.

     Bakınız, kanda mikrogramlarla ölçülen bazı büyüme hormonları vardır. Bunlar çok salgılanırsa kişinin cüssesi büyük; az salgılanırsa küçük olur. Büyüme 26-27 yaşına kadar gittikçe azalarak devam eder. Büyümenin o yaşta durması da. bu zamanölçer akıllı bilincin bir eseri olmak zorundadır.

     - Efendim, aklıma bu noktada gelen bir soruyu sormadan bu konuyu kapatmak istemiyorum: Ana rahmindeki süreçte oluşan beyin, çocuk doğmadan önce düşünmeye başlıyor mu? Düşüncenin kendisi de artı bir değer olabilir mi?

Benzer Yazılar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yaz...

İsim :